Hakkında Bilinmeyen




Düşünce Okuma nedir nasıl yapılır

  • 24 Mayıs 2020
  • 269 kez görüntülendi.
Düşünce Okuma nedir nasıl yapılır

BAŞKALARININ DÜŞÜNCELERİNİ
OKUYABİLİR MİYİZ?

Hepimiz hayatımızın bir anında başkalarının ne düşün­düklerini bilmeyi istemişizdir. Kim istemez ki… Sevdiğiniz in­sanın hakkınızda neler düşündüğünü, bir iş görüşmesinde iş­vereni etkileyip etkilemediğinizi…

Aslında farkında olmadan karşımızdakinin düşüncesini hissettiğimiz olmuştur, genelde. Örneğin, evde kardeşiniz, ar­kadaşınız vb. biriyle otururken canınız su içmek istedi; tam siz su almak için kalkacağınız sırada yanınızdaki sizden önce davranır ve siz daha elinizi suya atmadan o suyu size uzat­mıştır bile. Ya da biriyle sohbet ederken bir an ne söyleyece­ğinizi unutursunuz ve karşınızdaki cümlenizi tamamlayıverir. İşte böyle küçük zihin okuma denemeleriyle karşılaşırız za­man zaman. Peki, biz bu küçük zihin okuma işini nasıl beceri­yoruz, hiç merak ettiniz mi?





Bazı beyin hücreleri başkalarının aklından geçenleri oku­mamızı sağlar. DNA’ların biyolojinin yapı taşlarını oluşturması gibi bu ayna hücreler de psikolojinin yapı taşlarını oluşturur.

Başkalarının aklından geçenleri ‘okumak’ herkeste bulun­ması gereken doğal bir yetenek olarak ele alınır. Ne var ki psi­kologlar, felsefeciler ve sinirbilimciler, insanların karşısındakile-
rin davranışlarından anlam çıkartma, duygularını okuma yete­neğinin altında henüz gizini koruyan bir yön bulunduğunu dü­şünür.

İtalyan sinirbilimcilerinden oluşan bir ekip bu doğrultuda çok önemli bir adım attılar. Parma Üniversitesi’nden Vittorio Gallase, Giacomo Rizzolatti ve meslektaşları, düşünceleri okuma bağlamında yürüttükleri çalışmalarda yepyeni bir sınıf nöron tespit ettiler. Bu nöronların harekete geçmesi için kişi­nin spesifik bir işi gerçekleştirmesi gerekir. Nöronlar, başka bir yönleriyle daha ilgi çeker; bir başkası da aynı işi yaptığında faaliyete geçmiştir. Bilim insanları bu son özelliklerinden dola­yı bunlara ayna adını verdiler; çünkü nöronlar diğer insanların davranışlarını olduğu gibi yansıtır veya simüle eder*.

Gallase ve ekibi, 199O’lı yılların başlarında makak may­munlarının beyinlerindeki nöronların faaliyetlerini kaydetmeye başladığında neye soyunmuş olduklarını bilmiyorlardı. May­munların beyinlerinde, adına F5 dedikleri bölgedeki sinir hüc­relerinin yaydığı sinyalleri izlemekle işe başladılar. F5, plan­lama ve hareketten sorumlu premotor korteks adı verilen ge­niş bölgenin bir kısmını oluşturur. Birkaç yıl önce aynı bilim insanları F5’deki nöronların, hayvanların belirli bir amaca yö­nelik davranışlarda bulunduklarında tetiklendiğini keşfetmiş­lerdi. Bunlar genellikle, nesneleri tutup kaldırmak, ısırmak gibi ol ve ağız yoluyla gerçekleştirilen davranışlardı.

F5 hakkında daha fazla bilgi toplamak isteyen bilim insan­ları, maymunlara kuru üzüm, elma dilimi, kâğıt ataşı, küp ve küre şeklinde nesneleri sundular. Çok geçmeden ilginç bir olaya tanık oldular. Deneyi yapan kişinin eliyle bir nesneyi tu­tup kendisine yaklaştırmasını izleyen maymunun beyninde bir grup F5 nöronunun devreye girdiği görüldü; fakat aynı may­mun bir tepsinin içinde aynı nesneyi gördüğünde hiçbir deği­şiklik olmadı. Maymunun kendisi nesneyi tutup kaldırdığında aynı nöronlar harekete geçti. Böylece anlaşıldı ki bu nöronla­rın görevi spesifik bir nesneyi tanımak değildir.

Nöronlar, reaksiyon gösterdikleri konu üzerinde epey te­laşlı bir görünüm sergiler. Deneyi yapanın eliyle kuru üzümü tepsiden alması üzerine harekete geçen nöronlar, deneyi ya­panın bu üzümü parmağıyla açtığı çukura bırakması karşısın­da herhangi bir reaksiyon vermez. Aynı nöronlar deneyi ya­panın eline bir elma dilimi almasıyla yine tetiklenir ancak dilimi tepsiye bırakmasıyla hareket durur. Ancak daha önemlisi, maymun işi kendisi yaptığında tetiklenen nöronla, aynı işi ya­pan insanı izleyen maymunun beyninde tetiklenen nöronun aynı olmasıdır. Böylece beyindeki motor sisteminin yalnızca hareketleri kontrol etmediği, aynı zamanda başkalarının da hareketlerini okuduğu anlaşılmış oldu.

Akıl-okuma veya akıl teorisi, tüm sağlıklı insanların sahip olduğu bir yetenektir. İnsanların en yetenekli olduğu konu özellikle, başkalarının spesifik zihinsel durumunu yansıtma doğrultusundadır. Bunlar, başkasını ağlarken görmek ve onun üzüntülü olduğunu anlamak gibi basit duygusal durumların yanı sıra, daha karmaşık zihinsel durumlar olabilir. Bir anne bebeğini kaybettiğinde diğer annelerin boğazı düğümlenir. Bir arkadaşınızın eşi tarafından aldatıldığını duyduğunuzda üzün­tüsünü ve öfkesini paylaşırsınız.

Şempanzeler gibi diğer primatların da diğerlerinin zihnin­den geçenleri okuyup okumadığı konusunda sert tartışmalar henüz sürüyor. İnsanlar söz konusu olduğunda herkes zihin okuma yeteneğinin hüküm sürdüğünü bilir ancak bunun nasıl olduğu konusunda çok az şey bilinir. Bir teoriye (bazıları teoriteorisi olarak adlandırır) göre insanlar, başkalarının yaptıkları­nı nasıl yaptığı konusunda sağduyuya dayanan varsayımlar geliştirir. Fizikçilerin izlenebilir olayları açıklamakta yasa ve kurallardan yararlanması gibi, insanlar da başkalarının davra­nışlarını açıklamakta deneyimlerinden yararlanır. Goldman gibi felsefecilerin savunduğu bir başka teori, simülasyonu ön plana çıkartır. Simülasyon teorisi denen bu teoriye göre insan­lar başkalarının aklından geçenleri anlamak için başkalarının düşüncelerine, duygularına ve davranışlarına öykünür; özetle, kendilerini başkalarının yerine koyar. Ayna nöronlarının keş­fiyle bu teori arasında çok büyük uyum vardır.

Bu nöronların zihin okuma yeteneğiyle yakından ilgili olup olmadığı konusunda kuşkular giderek güçlenirken insanlarda ayna nöronlarının olup olmadığı sorusu daha fazla bilim insa­nının aklını kurcalamaya başladı. Ancak bu konuyu aydınlığa kavuşturmak çok kolay değil; çünkü insanlar beyinlerine elekt­rotlar bağlanmasına pek sıcak bakmıyor; bilim adına bile olsa…

İtalya’da, Ferrara Üniversitesi’nden Luciano Fadiga, in­sanlarda da maymun beyinlerinde olduğu gibi böyle bir sistem olduğuna ilişkin bazı ipuçları elde eden ilk bilim adamıdır. Bu­nun için deneklerin elindeki spesifik kasların nasıl hareket et­tiğini inceledi. Deneyin sonunda beyinde bir ayna sisteminin bulunduğunu ortaya çıkarttı ancak bunun yeri hakkında her­hangi bir bilgi elde edemedi.

Bunu bazı beyin görüntüleme çalışmaları izledi. Önce Los Angeles Güney California Üniversitesi’nden Scott Grafton, Rizzolatti ile birlikte beynin temporal sulkus* ve Broca alanın­da* hareketlilik olduğunu ortaya çıkarttı. Los Angeles Tıp Fakûltesi’nden Marco lacoboni de Broca alanının etkin olduğunu teyit etti.

Broca alanının keşfi, beraberinde yeni soruları da getirdi. Maymunlardaki F5 bölgesi, insanlardaki Broca alanına denk düşer; ancak F5 yalnızca el hareketlerine odaklıyken Broca alanı eskiden beri konuşmayla ilgili bir alan olarak bilinirdi. Bu durumda ayna sistemiyle dil arasında ne gibi bir bağlantı ol­duğu konusu gündeme geldi. Başka bir deyişle, zihin okuma ve lisan arasındaki ilişki araştırılmaya başlandı.

Rizzolatti ve Arbib ayna nöronlarının “eylem” ile “haber­leşme” arasındaki açıklığı kapattığını ileri sürüyorlar. Aktör ve izleyici arasındaki ilişki zamanla gelişerek mesaj alışverişine dönüşür. Tüm haberleşme şekillerinde mesajı alanla veren arasında ortak bir anlaşma ortamı bulunmalıdır. Rizzolatti ve Arbib ayna nöronlarının bu görevi yerine getirdiğini ileri sürü­yorlar.

Bilim adamları, maymunlardaki eylem tanıma ve eylem üretme merkezlerini birleştiren bölgenin, insanlardaki konuş­ma üretimiyle ilgili bölgeye denk gelmesinin bir rastlantı olma­dığını söylüyor. Rizzolatti ve Arbib’e göre, insanlarda konuş­ma yeteneğinin gelişmesi, Broca alanının maymunlardaki ver­siyonu olan F5 alanının ayna mekanizmasıyla donatılmasıyla mümkün oldu. Bu görüşe göre, haberleşme ve bunun sonu­cunda konuşmanın gelişimi, başkalarının eylemlerini tanıma ve algılama yeteneğinin gelişmesine bağlıdır. Arbib önce işa­retlere dayalı kaba bir haberleşme şeklinin oluştuğuna, daha sonra bunun gelişerek konuşmaya dönüştüğüne inanır.

Ramachandran, ayna nöronlarının sanıldığından daha büyük işlevleri olduğuna dikkat çeker. Ona göre, bu ilgi çekici sinir hücreleri lisan ve el hareketleri arasındaki yitik halkayı tamamlamakla kalmıyor, aynı zamanda insanlarda öğrenme, algılama, genel anlamda kültürün oluşumuna ışık tutuyor. Insan beyni tam boyutlarına 150.000 yıl önce erişmekle birlikte, alet kullanma, sanat ve matematik gibi konularda becerilerini 40.000 yıl önce elde etti. Ramachandran’a göre, bunların or­taya çıkmasındaki en büyük etmen, ayna sistemleridir. Bu sis­temler her şeyi açıklamakta yetersiz kalmakla birlikte, açıkla­makta zorlandığımız pek çok konunun temelini oluşturur.

 

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ