
1207 yılında Orta Asya’nın Horasan bölgesindeki Belh Kenti’nde dünyaya geldi. Babası “Sultan-ül Ulema” (Bilginler Sultanı) diye anılan Muhammet Bahaettin Veled’dir. Bahaettin Veled bilim adamı ve mutasavvıf olarak tanındığı Harizm ülkesinde halk üzerinde etkili olmaya başlayınca, kendisinden Belh kentini terk etmesi istendi. Bahaettin Veled, ailesiyle birlikte Belh’ten ayrılarak, önce Nişa-bur’a, oradan da Bağdat’a gitti. Buradan Küfe yoluyla Mekke ve Medine’ye gidildikten sonra, Şam, Halep ve Malatya’dan geçilerek, 1218 yılında Erzincan’a varıldı. Mevlana, burada eğitim ve öğrenimini sürdürdü. 1221’de Larende’ye (Karaman) göçen
aile yedi yıl kadar da, burada kaldı. Mevlana, bu sırada Cevher Hatun’la evlendi. 1229 yılında aile Konya’ya gitti. 1231 yılında Bahaettin Veled öldü ve 1232 yılında Mevlana Celalettin babasının mürit ve öğrencileri tarafından onun yerine seçildi. Mevlana, bu konuda kendisini yeterli bulmuyordu. Bu sırada babasının mürit ve halifelerinden Seyyit Burhanettin Tirmizi Konya’ ya gelmişti. Mevlana, dokuz yıl kadar bu bilgin kişiden öğrenim gördü. Babasının “Maarif” adlı yapıtının yorumuyla uğraştı. Sufilik yolunda ilerledi. Seyyit Burhanettin 1241’de, bir yıl kadar önce gidip yerleşmiş olduğu Kay-seri’de öldü. Bu sırada Mevlana artık, Konya’da medresede ders veriyor, bilim ve din adamı olarak çevresini aydınlatıyordu.
1244 yılında Mevlana’nın yaşamında dönüm noktası olan bir olay meydana geldi. Konya’ya gelen Şems – i Tebrizi adlı bir mutasavvıf derviş ile Mevlana ilk görüşmeden sonra çok yakın dost oldular. Şems – i Tebrizi karşısındakini etkileyen, cezbeye sahip bir kişiydi. Mevlana’yı etkilemekte de gecikmedi. Böylece Mevlana’nın yaşamında yeni bir dönem başladı. Gönlünde ve kafasında biriken duygular ve bilgiler başka bir anlam kazanarak tasavvufi aşkın, coşkulu dünyasına girdi.
Şems – i Tebrizi’nin kim olduğu konusunda kesin bir bilgi yoktur. Ancak rind ve kalender bir kişi olduğu, sufice bir cezbesinin bulunduğu, etkileyiciliği biliniyor. Mevlana da, bu ilginç kişiliğin etkisi altında kalarak, altı ay kadar Şems ile sohbete çekildi.
Derslerini ve dostlarını bıraktı. Din bilginlerinin hoş görmedikleri sema (raks) ve müzik de Şems’in etkisiyle yaşamına girdi. Ama Mevlana ile Şems arasındaki bu sıkı dostluk, kıskançlık ve dedikodulara yol açınca, Şems gizlice Şam’a kaçtı (1245). Bu durum Mevlana’yı umulmadık bir şekilde etkiledi ve üzdü. Duygulu ve acıklı şiirlerle dostunu geri çağırdı. Sonunda oğlu Sultan Veled’i Şam’a göndererek Şems’in geri gelmesini sağladı. ,8ems’i üvey kızı Kimya Hatun ile evlendirdi. Bu sırada Şems altmış iki yaşındaydı.
Bu birliktelik de uzun sürmedi ve Şems 1247 yılında ortadan kayboldu. Geri dönmemek üzere gittiği ya da öldürüldüğü söylentileri yayıldı. Bu durum Mevlana’yı yine çok üzdü. Söylediği içli ve acılı şiirler “Divan – ı Kebir”de yer alır. Bu gazel ve rubailerde ilahi aşk, tasavvufi duygular ve Vahdet – i Vücud (Varlık birliği) anlayışı dile getirilirken, Şems, bir simge olarak kullanılır.
Mevlana, bundan sonra Konyalı kuyumcu Selahattih Zerkûbi’yi halife seçerek on yıl kadar sakin bir dönem yaşadı. Selahattin Zerkûbi’nin ölümü üzerine, 1263 yılında Çelebi Hüsamettin’i halife seçti. Tasavvufla ilgili görüşlerini anlatmak için, Çelebi Hüsamettin’in de isteğine uyarak, 26.000 beyit-lik “Mesnevi”yi yazdı. 66 yaşındayken, kısa bir aralıktan sonra, 1273 yılında Konya’da öldü. Mevlana’nın Ölümü ayrılık değil Tanrı’ya kavuşma (vuslat) kabul edilmiş ve öldüğü geceye de “Şeb – i Arus” (Düğün Gecesi) denmiştir.
Mevlana’nın bütün dünyaca tanınması, Mevlevilik’in Batı dünyasında da ilgi görmesi, kuşkusuz Mevlana’nın görüşlerinde ve kurduğu tarikatta, getirdiği anlayışta, insancıllığı ve hoşgörüyü ana ilke yapması nedeniyledir. Farsça, Arapça, Eski Yunanca, Rumca bilen Mevlana, yalnızca İslami bilgir* lerin alanında değil hükema felsefesi, (Aristo’ya dayanan ortaçağ İslam düşüncesi), tasavvuf, mitoloji, tarih alanlarında da, yetkin bir kişiydi.
Yapıtları dünya dillerine çevrilen Mevlana’nın “Mesnevl”sinin İslam dünyasında geniş etkileri olmuştur. “Mesnevi”yi Mevlana doğaçtan söylemiş, halifesi Hüsamettin kaleme almıştır. Farsça olan bu büyük yapıt, hikâyeler, simgeler, öğütlerle tasavvufu açıklar. Akla dayanan, aklın kesin kurallarına uygun olarak sınırlanan bilgiyi ve felsefeyi reddeden “Mesne-vi”ye göre bilginin kaynağı sezgi ve sevgidir. İnsan ancak “aşk” ile gerçeğe ulaşır. “Mesnevi” birçok kez dilimize çevrilmiştir. Yüzyıllar boyu bütün İslam ülkelerinde okunmuş, Mevlevi tekkelerinde ders olarak izlenmiş ve yorumlanmıştır.
“Divan – ı Kebir” diye bilinen divanında, beyitlerinden oluşan şiirler ve rubailer vardır. Mevlana şiirlerinde Şems, Hamuş ve Salahaddin mahlaslarını kullanmıştır.
“Mektubat” ise, Mevlana’nın çeşitli zamanlarda yazdığı mektupların toplandığı bir yapıttır. Vaazlarını içeren
“Mecalis – i Seb’a” (Yedi Meclis), Mevlana’nın sözlerini içeren, yaşamı ve yaşadığı dönemle ilgili bilgiler veren, Arapça ve Farsça yazılmış “Fini Ma Fin” (Ne Varsa Bundadır) öteki yapıtlarıdır.