
Medresede ders verdiği ve kadılık görevinde bulunduğu için kendisine Nasuriddin Hâce adı verildiği ve bunun zamanla “Nasrettin Hoca”ya dönüştüğü rivayet edilir.
Nasrettin Hoca’nın yüzyıllardır kuşaktan kuşağa artarak süregelen ünü, fıkralarının halk tarafından sevilip dillerde dolaşmasından kaynaklanır. Nasrettin Hoca fıkraları bugün dünyanın çeşitli yörelerinde, çeşitli dillerde anlatılmaktadır. Hatta kimi ulusların kendi yörelerine göre isim almış “Nasrettin Hoca”ları da vardır, örnek olarak Arapların Çuha tipi, Azerbaycan’ın Molla Nasrettin’i, Kazakların Hoja Nasr’ı sayılabilir.
Nasrettin Hoca ile ilgili bugün dillerde dolaşan binlerce fıkranın aslında üç yüz kadarının ona ait olduğu sanılıyor. Diğerlerinin ise gerek halk tarafından türetil-diği, gerekse başkalarının başından geçmiş olayların Nasrettin Hoca’ya mal edilerek anlatıldığı ileri sürülüyor. Söz gelimi, “hamamda değer biçme” ile ilgili fıkranın Timur’la Nasrettin Hoca arasında değil, Timur’la on altıncı yüzyıl ozanlarından Ah-medî arasında geçtiği yaygın bir kanıdır.
Nasrettin Hoca fıkralarının tipik özelliği, Anadolu insanının zekâsını ve sağduyusunu simgelemesidir. Hoca fıkralarında kimi zaman dinsel bağnazlığı zekice alaya alır, kimi zaman adalet mekanizmasında gördüğü çarpıklıkları taşlar. Soylular da sık sık nasibini alır ondan; “Ye kürküm ye” fıkrasında olduğu gibi taşı gediğine koymaktan çekinmez, halkın zayıf yanlarını da iğneler. Ama hep sevecendir. Amacı insan ilişkilerindeki aksaklıkları mizahi bir dille zekice eleştirirken insanları “doğru” olana yönlendirmektir. Gerektiğinde kendi kendisini gülünç duruma düşürerek verir dersini. Tam bir halk adamı, halk bilgesidir. Ününün yaygınlığı da halkla bütünleşmiş olmasından, halk tarafından benimsenmesinden kaynaklanır. Öyle ki Nasrettin Hoca’nın etkisi çeşitli toplum kesitlerine yayılarak İncili Çavuş, Bekri Mustafa, Bektaşi gibi farklı toplumsal katmanların duyarlığını yansıtan fıkraların doğmasına da neden olmuştur.
NASRETTİ N HOCADAN FIKRALAR
PEŞİN PARAYI GÖRÜNCE
Bir gün Hoca’nın alacaklılarından birisi borcunu istemek için kapıya dayanır.
“Hocam” der “artık şu borcunu öde” ben de çok dardayım.
Hoca çaresiz işi şakaya döker.
“Şu karşıdaki çalıları görüyor musun?
“Evet.”
“İşte onları ben diktim. Her gün buradan sürülerle koyun geçiyor diye. Koyunlar geçerken nasıl olsa yünleri çalılara takılıp kalacak. Ben de o yünleri toplayıp eğireceğim. İplik yapıp pazarda sattım mıydı iş tamam.. Parayı cebinde bil.”
Alacaklı öfkelenir ama gülmeden de edemez. Bunun üzerine Hoca renk vermeden tamamlar sözünü:
“Ne o köftehor, peşin parayı görünce gülersin değil mi?”
DOĞURDUĞUNA İNANIYORSUN DA
Nasrettin Hoca bir gün komşusundan kazan istemek zorunda kalır. Biraz cimri olan komşusu bir karış suratla istemeye istemeye verir kazanı. Hocanın işi bitince, asık suratlı komşusunun biraz yüzü gülsün diye kazanın içine bir tencere koyup geriye verir.
Komşusu kazanın içindeki tencereyi görünce ağzı kulaklarına varır.
“Bu tencere de neyin nesi Hoca” der.
Hoca ciddi ciddi yanıtlar soruyu.
“Kısmet komşu, sizin kazanın doğuracağı tuttu. Ben de kazan sizin olduğu için tencere de sizin hakkınızdır deyip getirdim.”
Komşusu sevinçle girer evine. Ardından da tüm mahalleye olayı anlatır. Hocanın eli açıklığından dem vurur. Komşusunun sözleri Hocanın da kulağına gidince tekrar ister kazanı.
Komşusu büyük bir keyifle verir kazanı, verir ya aradan aylar geçer. Hoca bir türlü geri götürmez kazanı. Sonunda komşusu dayanamaz, Hoca’ nın kapısını çalar.
“Hocam şu bizim kazanı geri isteyecektim, lazım oldu da” der.
Hoca ağlamaklı bir sesle başı önde,
“Sorma komşum sorma. Bir türlü gelip söylemeye dilim varmadı. Ecel ne yaparsın, sizin kazan sizlere ömür.”
Komşusu birden hiddetleniverir: “Bana baksana Hoca, sen beni enayi mi sandın, hiç kazan ölür mü?” Hocanın birden tepesi atar: “Doğurduğuna inanıyorsun da, öldüğüne neden inanmıyorsun