
Yahya Kemal şiir çalışmalarına lise yıllarında başlamıştı. Bu şiirleri genellikle Servet-i Fünun ozanları (başta Tevfik Fikret) etkisindeydi. Fikret’e ilişkin olarak: “Kendi neslimin bütün çocukları üzerinde olduğu gibi, ruhumda, ahlakımda, zevkimde, lisanımda, sanatımda en büyük etkiyi o (Fikret) icra etmiştir” demektedir.
Fransa’da şiiri yeni boyutlar kazandı. Fransız ozanlarından etkilendi. N.S.Banarlı’nın sözleriyle: “Fransa’da şiir Yahya Kemal’i Parnass’cı şairlerin mükemmel manzumeleri ve sembolizmin derin musikisi ile karşıladı. Fransız şiirinde ilk dikkat ettiği hadise başlangıçtan en yeni sembolist (simgeci) şairlere kadar eski Yunan mısralarını Fransızca bir mısra haline getirmek için giriştikleri ve başardıkları tarihi faaliyet oldu…” Bu etki altında Yahya Kemal, bir ara, (özellikle Jose Maria de Heredia’nın şiirlerinin etkisiyle) Türk şiir zevkini Arap ve Fars şiiri zevkinden kurtararak eski Yunan ve Latin şiir kültürüne bağlamayı düşündü. Daha sonra, bu yalınlık ve söyleyiş temizliğini, “Türkçenin ifade sırlarını” bularak elde etmeye yöneldi. Her dilin kedine özgü, süssüz, doğal, içten ve yalın anlatım özellikleri bulunduğu düşüncesi onu, Türk şiir dilini Arap ve Fars dilinin anlatım özelliklerinden arındırma çabasına yöneltti.
Yahya Kemal, gençlik döneminde etkisi altında kaldığı Servet-i Fünun şiirinin dilini sözcük dağarı ve hatta söz dizimi bakımından, yapay bir dil olarak görüyordu. Farsçanın ve Fransızcanın etkisi altında oluşmuş bir şiir diliydi bu. Öte yandan, halk şiiri dilini dar ve yöresel buluyor, çağdaş, yeni, ulusal bir şiir için Divan şiiri dilini de uygun görmüyordu. Tüm ulusun benimseyebileceği bir şiir dili, ancak konuşulan Türkçe olabilirdi. “Bu dil ağzımda annemin sütüdür” sözüyle yücelttiği konuşulan Türkçe, İstanbul Türkçesi, Yahya kemal için çıkış noktası, şiirinin temeli oldu.
Yahya Kemal Paris’te bulunduğu yıllarda, Albert Sorel’in tarih derslerinden etkilenmiş ve özellikle bu etkiyle Türklüğün kökenlerini incelemek konusunda derin bir istek duymuştu. Yahya Kemal, Ziya Gökalp’ten farklı olarak, bu kökeni Asya’da değil, Anadolu’da görüyordu… “Kocamustafapaşa” adlı şiirinin kimi dizelerinde onun bu bireşimci anlayışı çarpıcı bir özdeyiş gibi yansır:
“Türk’ün asude mizacıyla Bizans’ın kederi
Birleşip mağfiret iklimi edinmiş bu yeri…”
Yahya Kemal, şiirleri üzerinde, uzun süre, kuyumcu titizliğiyle çalışırdı. Şiirlerini ancak 1918’de, “Yeni Mecmua”da yayınlamaya başladı ve çağdaş Türk şiirinin oluşumları üzerinde o yıllarda başlayan güçlü etkileri günümüze kadar süregelmektedir.
Yahya Kemal’in en büyük başarılarından biri, Aruz ölçüsünü konuşulan, yalın Türkçeye uyarlayabilmiş olmasıdır. Yine edebiyat tarihçisi Banarlı’nın sözleriyle: “Aruz vezni ile Fikret kuvvetli bir dış musikisi ve ustalıklı bir manzume lisanı vücuda getirmişti. Bu vezni daha temiz, daha sade bir Türkçe ile dillendirmek kudretini de Mehmet Akif göstermişti. Fakat on asırlık bir atalar mirası olan bu güzel vezinle yalnız şiir söyleyen ilk büyük şair Yahya Kemal oldu…”
Yahya Kemal’e göre şiir, herhangi bir konu, düşünce ya da duygunun pürüzsüz ve güzel bir biçimde yansıtılması demek değil, bir dil olgusu, “ritmin lisan haline gelmesi”, “söyleyişin bir musiki cümlesi olabilmek sırrına erişmesi”dir… Bu anlayışta, Stephan Mallarme’nin “Bir dize, sözcüklerin yan yana dizilmesinden oluşur” anlayışının etkisi açıktır…
Yahya Kemal Beyatlı eserleri
Yaşarken şiirlerini kitap halinde toplamayan Yahya Kemal’in şiirleri, ölümünden sonra Yahya Kemal Enstitüsü’nce yayımlanan “Kendi Gök Kubbemiz” (1961), “Eski Şiirin Rüzgârıyla” (1962), “Rubailer ve Havyam Rubailerini Türkçe Söyleyiş (1963), “Bitmemiş Şiirler” (1976) adlı kitaplarda toplandı. Tarih, edebiyat, deneme v.b. konu ve türlerinde yine ölümünden sonra yayınlanan öteki yapıtları; “Aziz İstanbul” (1964), “Eğil Dağlar” (1966), “Siyasi Hikâyeler” (1968), “Siyasi ve Edebi Portreler” (1968), “Edebiyata Dair” (1961), “Çocukluğum, Gençliğim, Siyasi ve Edebi Hatıralarım” (1973), “Tarih Musahabeleri” (1975), “Mektuplar Makaleler” (1977) adlarını taşımaktadır.
Yahya Kemal, sağlam bir kültür ve dil bilinci üzerine kurduğu şiirlerindeki klasik yayınlık ve güçlülükle, modern ve ulusal olmayı başarabilmesiyle (“Kendi Gök Kubbemiz”deki şiirleriyle) modern şiirimizin büyük bir kurucu ustası, klasiğidir.